Değerli Okurlarımız,
Geldi gelecek derken bir Ramazan ayının daha sonuna geldik. Sıcak geçen günlerin ardından, şimdilerde tatlı bir telaş sardı içimizi, bir bayrama daha hoş geldin dedik. Bayram demek aile olmakla aynı anlamı taşıyor. Bir araya gelmek, yanında olamadıklarımızı aramak, tebessüm ettirmek için tatlı bir bahane aslında. Bayram coşkusu geçen yıllara aldırmıyor. İnsan çocuk olduğunda başka bir bayram sevinci yaşıyor, yetişkinlikte başka. Geçen yıllar yalnızca aranan ve arayanlar listesini değiştiriyor. Yaş ilerledikçe arayanlar, aranan olmaya başlıyor.
Tatlı yiyip tatlı konuşmayla açılıyor gönül kapıları. Küsler barışıyor, aile büyükleri ziyaret ediliyor, her evde benzer duygular yaşanıyor. Bir gönül almak için kilometrelerce yol gidiliyor, eller öpülüp karşılıklı gülümseniyor. İşte bunun adına da “bayram” deniyor.
Birlikte olmak, sevdiklerimizin yanında olmak her zaman mümkün olmuyor maalesef. İş görüşmeleri, toplantılar derken hep bir koşuşturmacanın içinde buluyoruz kendimizi. Bir nevi hayat gailesi, herkes kendi derdiyle meşgul oluyor. İşte bu noktada da bayramlar geçmişte olduğundan daha önemli hale geliyor. “Eski bayramlar” da anlayış gösteriyor bizlere; içinde bulunduğumuz tempoyu göz ardı etmiyor.
Büyüklerimiz, baş tacı ettiklerimiz… En büyük özveriyi onlar gösteriyor kuşkusuz. Meşguliyetlerimize, arayamayışlarımıza ses çıkarmıyor, “eski toprak” olduklarını her hareketleriyle belli ediyorlar. Her bayram, onların varlıklarına şükrediyor; yokluklarındaysa dua ediyoruz. Her zaman söylenir ya yaşarken kıymet bilinmesinin gerekliliği, işte bunu en çok bayramlarda anlıyoruz. İç burukluklarımıza rağmen bayramlar hep bir umut kırıntısı serpiyor içimize, küçüklerimize bakarken gözlerimizin içinin parlamasını sağlıyor.
Fazla söze gerek yok aslında, her bayram, kendi coşkusuyla birlikte geliyor. Bizlere yalnızca, o coşkuya ortak olmak kalıyor. Tebessüm ederek girdiğimiz her gönül ise, bayram sevincimizi artırıyor.
Nice “mutlu” bayramlara…