Sevgili okurlar, bu makalemi tek bir konuya bağlı olmadan yaşamımızın diğer alanlarını da kapsayacak bir sohbet çerçevesinde yazmaya çalışacağım. Sohbetimiz iş dünyasını ilgilendirdiği gibi diğer sosyal ve kültürel alanlara da hitap edecektir. Konumuzu tek düze, sıkıcı ve basmakalıp laflarla değil kısa hikâyelerle keyifli bir yazıya dönüştürmeye çalışacağım.
Şüphesiz hepimiz bir işi yaparken en iyisini, en güzelini ve de en karlısını yapmaya çalışırız. İşletmelerde, şahıslarda bu temelde hareket ederler. Çoğu kez de bir şeyi elde etmek isterken kendi çabalarımızdan çok daha fazlasını bekleriz. Bu da insanoğlunun hamurunda olan bir dürtüdür. Oysa gösterdiğimiz çaba ölçüsünde gerçekleşir her şey. Çabasız beklenti başarısızlığın anahtarına dönüşür. Bir hedefe varmak; plan ve izlenecek stratejileri belirleyerek, disiplinli bir çaba içerisinde uygulamaktan geçer.
Bazen yeterince çaba göstermediğimiz için sonuçlara isyan eder, neden gerçekleşmediğini söyler dururuz. Oysa dünyada hiçbir şey çabasız ve emeksiz gerçekleşmez. İşletmelerde, şahıslarda tutarlı ve planlı bir şekilde hareket etmezlerse sürecin mutlak mağlubu olurlar. Şirketlerde bir hedef belirlenirken o hedefin gerçekleşmesini sağlayacak ekibin, teknik teçhiz ve donanımın oluşturulması şarttır. Tarihe baktığımızda elde edilen tüm başarıların yoğun bir çaba, sabır ve donanımlarla elde edildiklerine şahit oluruz. Edison, Einstein, Newton ve daha birçok bilim adamı, tarihçi, sanatçı tüm insanlara hediye ettikleri büyük buluşlarını elleri ceplerindeyken gerçekleştirmediler. Hepsi de çok yoğun bir çalışma, sabır ve donanımla uzun yılların binlerce başarısız denemeleriyle yılmayarak başardılar. Ziglar’ın dediği gibi “Başlamak için muhteşem olmanız gerekmiyor, âmâ muhteşem olmanız için başlamanız gerekiyor. ’’ Hep bir söylem vardır: “adamlar yapmışlar abi’’ der geçeriz. Bu toplumsal güvenle ilgili bir durumdur. Başarmak kişisel güvenin süreçle toplumsal güvene dönüşmesini sağlar. Ben de başarabilirim, biz de başarabiliriz; ben de başardım, biz de başardık şekline dönüşür. Uygar ve zengin toplumların temelinde bilimsel bir eğitim mevcuttur. Şirketler içinde durum aynıdır. İş yaşamında rantla risk ters orantılıdır. Risk varsa rant var, risk yoksa rant da yoktur, risk artınca rant da artar. Bazen sorarız neden zenginlik gelişmiş ülkelerde diye, bu durum paranın onları sevmesinden kaynaklanmıyor. Zenginlik kanatlı bir kuş gibi oralara uçmuyor, onlar gereğini yaptıkları için başarıyorlar. Risk yönetimini bilen toplumlar ve şirketler elbetteki mevcut durumdan yeterli rantı da alacaklardır.
Bununla ilgili benim yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Körfez savaşından hemen sonra 2003 yılının Haziran ayında Irak’ta birçok alanda yapılabilecek çok sayıda iş çıkmıştı. Bu işleri yapabilecek potansiyele sahip birçok Türk firması da mevcuttu. Yöneticilik yaptığım şirket de Irak’ta işler almıştı. Benim de şantiye ve gerekli düzeni kurmak için bir ekiple beraber Bağdat’a gitmem gerekiyordu. O dönemde Bağdat’ta asayiş sorunu had safhadaydı, çatışmalar ve bombalama olayları devam ediyor, devrik devlet başkanı Saddam Hüseyin aranıyordu. Türkiye’den bir ekip oluşturmak çok çok zor olmuştu. Kurduğumuz ekipte çok karamsar ve isteksizdi. Çünkü can güvenliği hemen hemen yok gibiydi. Ulaşım karayoluyla konvoy şeklinde oluyor 3- 4 gün hatta bir hafta süren yolculukla Bağdat’a varılıyordu. Savaşta haberleşme ve enerji santralleri vurulduğu için Elektrik kısıtlı veriliyor, haberleşme ise hemen hemen hiç sağlanamıyordu. Sadece uydu telefonlarla düz bir alana çıkıp konuşma gerçekleştiriliyordu, bu da kişiyi bir saldırıya hedef konumuna getiriyordu. Uzun ve çok tehlikeli bir yolculuktan sonra Bağdat’a varmıştık. Kalacağımız otel son derece korumasız ve yetersizdi. Her yer viran edilmiş birçok yer kullanılmaz hale getirilmişti. İşte Bağdat bu konumdayken biz oraya indiğimizde gördüğüm manzara beni oldukça şaşırtmıştı. Biz hemen hemen aynı ten ve kültüre sahip, arka bahçemiz sayılacak yere götürecek ekip bulmakta oldukça zorlanmışken; daha çok genç, ten rengi farklı, kültürü farklı Hollandalı oraya çoktan inmiş çalışmaya başlamıştı bile.
Evet, başarı da rant da gereğini yerine getirene gidiyor. Bu manzara bana ‘’Dağı yerinden oynatan adam, işe ufak taşları atmakla başlamalı’ ’Çin atasözünü hatırlatmakla beraber, daha çok yol almamız gerektiğini düşünmemi sağlamıştı. Mesele balıkların büyüklüğü değil oltaların küçüklüğüydü.