Sevgili okurlar bugün yoğun iş temposu ve stresten azda olsa uzak kalmak adına sizlerle kısadan hisseler şeklinde rahat bir sohbet edelim istedim. Umarım keyifle zevkle dinler ve okursunuz.
Gerek iş yaşamında gerekse sosyal yaşamımızda birçok sorunla karşılaşırız. Bu sorunların bazılarının nasıl çözümlenebileceğini üç aşağı beş yukarı biliriz. Bazılarının çözümleri biraz daha zordur ama en zoru ise şüphesiz tahlil ve teşhis edilmemiş sorunların çözümüdür. Bu hem zaman kaybına hem de zamanında çözülemeyen sorunun kronik hale dönüşmesine yol açmaktadır.
İş dünyası içi engellerle döşenmiş karmaşık bir labirente benzer. Bu yüzdendir ki akademiler, doktrinler, sosyologlar, Ekonomistler vb.n gibi birçok bilim adamının çözüm odaklı çalışmalarına şahit oluruz.
Durum böylesine ciddi bir çalışmayı gerektirdiği halde bazen öylesine komik durumlarla karşılaşırız ki çözüm hamlesinin sorundan daha büyük sorunlar yarattığını görürüz. Yani asıl sorunun çözüm olarak dayatılan mayınlı bir yol olduğunu mayınlar patladıkça anlarız. Sorun sorunda değil, sorun çözümdedir. Felçli bir hastayı fizik tedavisi uzmanı yerine, baytara emanet ederek mucize beklemeye benzer.
İşte bu tür sorunlarla karşılaşınca o sorunları çözme yetkinliğinde olanlara ihtiyaç duyarız. Yöneticiler bu yüzden vardırlar ve bu yüzdende olmalıdırlar. Önemli olan hangi düzeyde sorunun hangi düzeyde yöneticiyle çözüleceğini bilmektir. İş dünyasında yönetici seçimleri deneme yanılma metoduyla yapılamaz tıpkı sağlığımızı emanet ettiğimiz doktorlar gibidir.
Deneme yanılma metodu bizi sağlığımızdan etmekle kalmaz yaşamımızı sona erdirecek riskleride beraberinde getirir. Yönetici seçerken mucize beklememekle beraber hangi yetkinlikte bir özelliğe sahip olduğunun bilinmesi şarttır. Piyasada karşılaştığımız, herşeyi çözebilecek her sorunun çözümü olabilecek, kısaca ne isteniyorsa hepsinin kendinde doğuştan var olduğunu söyleyen yönetici tipler vardır. Aynı zamanda bunlardan medet umanlar aynı mantıkla, çözümü mümkün olmayan mucizeleri beklemeye koyulurlar.
Sevgili okurlar burada lafı daha fazla uzatmadan tüm bunları kısadan hisse şekliyle anlatan güzel bir fıkrayla bitirmek istiyorum.
Efendim, bir zamanlar bir padişahın çok sevdiği bir eşeği varmış. Padişah eşeğini öylesine çok severmiş ki; bu eşeğin, cahil kalmasına bir türlü rıza gösteremezmiş. Sonunda eşeğine kim okuma yazma öğretirse, onu servete boğacağını ilan etmiş. Fakat eğer bu konuda gönüllü olanlar, eşeğe okuma yazma öğretemezlerse, boyunlarını vurduracağını eklemekten de geri kalmamış.
Bu işe birtakım hevesliler çıkmış; fakat eşek bu, okuma yazma öğrenir mi? Tabii sonunda, bu heveslilerin kelleleri gitmiş.
Derken bir gün, gerçekten ülkenin en fukara adamlarından biri, padişahın huzuruna çıkmış ve eşeğe okuma yazma öğretebileceğini söylemiş. “Fakat padişahım” demiş, “İnsanların okuma yazma öğrenmeleri bile yıllar sürüyor. Sizin eşeğin okuma yazma öğrenmesi için, en az 10 yıl gerekir. Eğer ben 10 yılda eşeğinize okuma yazma öğretemezsem, boynumun vurulmasına razıyım.”
Teklif padişahın hoşuna gitmiş. “Git, karını al da gel” demiş. “Size sarayımda bir daire vereceğim ve eşeğimi de oraya getirteceğim. Derslere hemen başlayın.”
Adamcağız sevinçle evine gitmiş ve “Toparlan Hanım” demiş. “Saraya gidiyoruz.”
“Neden gidiyoruz?” diye sorunca kadıncağız, padişahla olan konuşmasını anlatmış.
Kadın, “Efendi sen delirdin mi?” demiş. “Baksana kaç kişi bu uğurda canından oldu. Eşek okuma yazma öğrenebilir mi?”
Adam gülmüş. “Hanım” demiş, ” Bende biliyorum eşek bu konuşmaz da yazmaz da Yaşadığımız sefaleti görüyorsun. Ne ocak yanıyor, ne tencere kaynıyor. Sarayda ekmek elden su gölden yaşayacağız. Önümüzde 10 yıl var. Bu 10 yıl içinde, ya eşek ölür, ya padişah ölür, ya da ben ölürüm. Hadi lâfı bırak da toparlan, saraya gidiyoruz…”
Kısadan hisse hoşça kalın sağlıkla kalın.