Bu ay yazıma “kalanlar” diye bir başlangıç yaparak başlamak istedim. Neden mi? Bende kalanları, benden kalanları düşündüm zira.
Hepimizin zaman zaman yapması muhtemel bir iç hesaplaşma sanıyorum. Hani gece yastığa başımızı koyduğumuzda aklımıza gelen türden; bugün ne yaptım? sorusu gibi…Yarın neler yapacağımızdan ziyade o vakitte en çok zihnimizi meşgul eden düşüncedir gün içerisinde yaşadıklarımız. Belki her gece bunu yaparız ama bir de daha seyrek yaptığımız bir sorgulamadır; yaşattıklarımız.
Bu noktada belki iyi-güzel olanlar geliverir hemen gözümüzün önüne. Buna şunu yapmıştım da, nasıl sevinmişti! Şuna şunu yapmıştım da nasıl mutlu olmuştu. Ve bir gün gelir artık her şey için vaktin çok geç olduğu bir an “nasıl üzmüştüm, nasıl canı yanmıştı” dediklerimiz düşer aklımıza. Lakin geçmiş olsun. Olan olmuş, biten bitmiş, giden gitmiştir. Telafi edebilmek için zaman bile kalmamıştır.
Bir kor düşer içinize, bir yangın kavurur yüreğinizi. Onlarca tebessüme bakıp sevinemezsiniz bile tek bir tane “ah” yüzünden… Yaşam döngümüz bu “oh” deyip “ah” dedirttiklerimizin muhasebesi değil mi zaten?
Huzur dediğimiz “iyiki”lerin “keşke”lerimizden fazla olması değil mi?
O malum son soru sorulduğunda hep bir ağızdan hem de olanca gücüyle haykırıldığını duymak değil mi “helal olsun” un beklentisi…
Ne mutludur; tüm içtenliği ve yaşanmışlığı ile bunu hakkedene.
Bunları neden yazdım şimdi? Çünkü Bunları bana hissettiren, yokluğuna çok kolay alışamayacak olsam da o huzurla ve o şerefle gidiyor olması tesellimdir, can dostun.
Hiç kırmadan, kırılmadan, samimiyetle, içtenlikle ve dostça yaşanan uzunca bir zamanın ardından biranda Candan Genceroğlu’na veda etmek hiç kolay değildi. İsimler karakterleri yansıtır kimi zaman. Gerçekten de ismi gibi Candan’dı sevgili dostum. Kolay değildi veda etmek, kolay olmayacak alışmak.
Nurlar içinde yat, mekânın cennet olsun, sevgili dost.
Hakkımız sonuna kadar helal olsun sana.