Rahmetli dedem “Ey oğul kalp kırma! Kırılan kalbin ustası yoktur” dermiş. Gerçekten öyle değil mi? Kırılan birçok şeyi tamir edebilecek ustayı bulabiliyoruz da kırdığımız kalplerin ne ustasını bulabiliyoruz, ne de ustası olabiliyoruz.
Bu dünyada “dostum”, “arkadaşım”, “eşim”, “kardeşim”, “evladım”, “can yoldaşım”, “sevdiğim”, “her şeyim”, “yaşam kaynağım” ve “dünyam” gibi kavramlarla ifade ettiğimiz ilişkilerimizin taraflarını yere göğe sığdıramazken, nasıl oluyor da kelimelerin anlatmakta yetersiz kaldığı bu kişilerin kalplerini ve gönüllerini zehirli, sivri dillerimizle, davranışlarımızla tuz buz ediyor ve belki de hiç uğruna geri dönüşü olmayan derin yaralar açıyoruz?
Bunu neden yapıyoruz? Huy, cehalet, karaktersizlik, düşüncesizlik, yetişme tarzı, aile yapısı, bencillik, saygısızlık, eğitim seviyesi vb… Ne derseniz deyin, ama sonuç değişmiyor. Yine kırıyor yine döküyoruz. Seven, inanan ve güvenen kalp ağlamaya içten içe kanamaya devam ediyor.
Peki, bireysellikten çıkıp toplumsal sorun haline gelen bu duruma kısa vadede nasıl bir çözüm bulabiliriz?
Çözüm şu; insan karşısındakine izin verdiği oranda hayatına olumlu veya olumsuz müdahale ettirir. Zarar görüyorsa, kırılıyorsa ve kendi olmaktan çıkıyorsa karşısındakine, “Senin sınırın buraya kadar, buradan ileri gidemezsin, bana zarar veriyorsun, DUR!” demelidir.
Başkaları mutsuz olur, üzülür, kırılır ve yanlış anlar diye sesimizi çıkarmıyorsak, gerektiğinde net ve kararlı bir tavırla “HAYIR!” diyemiyorsak zarar gören, kalbi kırılan, yaşama heyecanını kaybeden ve insan yerine konulmayan taraf yine biz olacağız.
Kırmaktan, dökmekten, zehirlemekten, dedikodudan, ağır sözlerden, ezmekten ve saygısızlık yapmaktan beslenen insanlara lütfen “DUR!” ve “HAYIR!” diyelim.