Merhabalar,
Öncelikle tüm okurlarımızın ve bütün Müslüman aleminin kurban bayramını kutlamak istiyorum. Umarım sevdiklerinizle güzel bir bayram ve tatil yapma imkanı yakalarsınız.
Sizlere iki olay anlatmak istiyorum. İlki Kanuni Sultan Süleyman ile ilgili, ama sakın aklınıza Muhteşem Yüzyıl gelmesin lütfen, oradaki gibi halvet üzerine kurulu bir hikaye değil anlatacağım. Osmanlının gerçekten süper güç olduğu dönem ile alakalı, öyle ki bütün dünyayı bir mektubuyla titretebilecek kadar korkutucu ve kuvvetli bir süper güç.
1500’lü yıllarda Kanuni, dönemin Fransa Kralına şu mektubu yollar.
“Ben ki, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Diyarbakır’ın ve Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân oğlu, Sultan Selim Han oğlu, Sultan Süleyman Han’ım. Ben ki, kırk sekiz krallığın hakanı Kanuni Sultan Süleyman Han’ım. Sen ki, Françe vilayetinin kralı Françesko’sun. Sefirimden aldığım rapora göre, memleketinizde dans adı altında kadın erkek birbirine sarılmak suretiyle insanlar arasında oyun oynanmakta olduğunu işitmiş bulunmaktayım. Hem hudut olmaklığımız dolayısıyle, iş bu rezaletin memleketime de sirayeti ihtimali müvacehesinde Name-i Hümayunum elinize ulaştığından itibaren derhal son verilmediği takdirde, bizzat Ordu-yu Hümayunumla gelip men’e muktedirim! ” Bu mektuptan sonra Fransa’da 100 yıl dans yasaklanır. Bu mektup her halde Osmanlı’nın o dönemki gücünü açıkça ortaya koymaktadır. Yani Osmanlı sadece halvet ve haremden ibaret değilmiş. Şakası bir yana bu çok önemli bir olaydır, geçmişte bu kadar güçlü bir süper gücün nasıl yok olacak seviyeye geldiğini iyi analiz etmemiz gerekiyor. Unutmayalım ki, bir kere bunu başarabildiysek yine başarabiliriz. Yeter ki bunu yapabileceğimize olan inancımızı yeniden canlandıralım. İkinci anlatacağım olay aslında bir hikayedir. Hikaye bu ya Kristof Kolomb, Amerika’yı keşfettikten sonra ülkesine geri döner ve sevinç gösterileri ile karşılanır. Dönemin Portekiz Kralı, Kolomb için bir yemek düzenler ve ülkesinin tüm kaşif ve üst düzey insanlarını bu yemeğe davet eder. Kral yemek başlarken Kolomb için kadeh kaldırır. Masada bulunanların çoğunun yüzünden içinde bulundukları kıskançlık net bir şekilde okunmaktadır ve birbirlerine Kolomb’un aslında çok da önemli bir şey yapmadığını ve kendilerinin de bu keşfi rahatlıkla yapabileceklerini anlatmaktadırlar. Kral yemek bittikten sonra eline bir yumurta alır ve masadakilerden bu yumurtayı dik bir şekilde masada durdurmalarını ister. Sırayla tüm davetliler yumurtayı masada dik şekilde tutmaya çalışırlar ancak hiç birisi başarılı olamaz. En son yumurtayı Kolomb alır, elinde şöyle bir çevirir ve yumurtanın sivri tarafını masaya hafifçe vurur. Yumurtanın sivri köşesi göçer ve düzleşerek masanın üzerinde hareketsiz şekilde durur. Önce kısa bir sessizlik ardından da bir uğultu başlar yemek salonunda, herkes birbirine bu muydu canım bunu bizde yaparız demeye başlar. Bu hikaye gerçekten benim için çok anlamlıdır ve bu hikayede anlatılan şey birkaç kez benimde başıma gelmiştir. Eminim sizlerinde başına gelmiştir. Mesela evde yada işyerimde herkesin gözüne kötü gelen bir düzensizlik vardır ve kimse bununla ilgilenmemektedir. Siz sonunda dayanamaz gider ve bu olaya bir el atarsınız. Kimsenin başlangıçta ilgilenmediği ve kılını bile kıpırdatmadıkları olay bir anda herkesin gündemine yerleşir ve herkes sizin yaptığınız şeyi eleştirmeye başlar. Neden onu öyle yaptın, şöyle yapsan daha iyi olur, yok o şekilde değil şu şekilde yap, ben öyle yapmazdım ya da hikayede de anlattığım gibi ne var canım onu bende yapardım, büyütecek bir şey yok, hatta daha iyi bile yapardım. Demem o ki, içimizde atalarımızdan gelen bir güç var. Bizler dünyaya hükmetmiş ve yön vermiş bir ırkın insanlarıyız, içimizdeki bu gücü unutmadan iktidar kavgalarını bir kenara koyarak çalışalım, yapılanları yıkıcı bir kıskançlıkla değil, daha iyiye nasıl ulaştırabiliriz düşüncesiyle, üzerine bir taş da ben nasıl koyabilirim, bayrağı bir adım daha ileriye ben nasıl götürebilirim düşüncesiyle hareket etmemiz lazım. Cumhuriyetimizin 89. kuruluş yılını kutlayacağımız bu günlerde şunu da hiçbir zaman unutmayalım. Kurtuluş savaşında bu ülke için canlarını veren atalarımız, hiç yaşamayacakları bir ülke için öldüler. Bir daha eşlerini hiç göremeyeceklerini bilerek öldüler, çocuklarına bir daha hiç sarılamayacaklarını biliyorlardı, annelerinin ellerini öpemeyeceklerini, evlerinde bir daha kurban bayramı kutlayamayacaklarını biliyorlardı. Bu saydıklarımı bizler yapalım, bizler ailelerimizle güzel günler geçirelim, mutlu olalım, gülelim eğlenelim diye öldüler. O günleri ve kahraman insanlarımızı eleştirirken lütfen bu anlattıklarımı da unutmayalım. Şehitlerimizden almış olduğumuz bu bayrağı daha ileriye götürmek için çok daha fazla çalışmamız gerekiyor. Yazımın başında Kurban bayramınızı kutlamıştım, sonunda da hepinizin Cumhuriyet bayramını kutluyorum.
Not: Kristof Kolomb Amerika’yı keşfettikten sonra bir daha ülkesine hiç dönemedi. Hikaye bu ya!