Bize böyle öğretti büyüklerimiz. Neşetçe anlatmayı, Yunusca sevmeyi, Veyselce görmeyi…
Asla büyüğümüzden önce kadeh kaldırmadık, halayı üç dörtlük ritimlerle çekmedik. Yer sofrasında büyüdük, çatala sol elde alışmadık. Bamyayı hala kaşıkla içer, ekmeğe somun deriz. Trabzon kolbastısı ile halayı, Angara’nın bağlarıyla çarşambayı sel almasını bir arada tutmadık. Çünkü gerçektir Çarşamba’yı sel aldıktan sonra bir ağıt diye yakılan o güzel türkü.
Biz buğday misali başakta yeşerdik. Kimimiz tarla da kimimiz ebe elinde geldi bu fani dünyaya. Sezaryen nedir bilmezdik. Kuymağın yağına mısır ekmeği banıp, bayat ekmeği tirit yaparak yerdik büyüklerimizin elinden. Simidimizin sarayı yoktu, bir simitle doyduk mu her yer saray olurdu bize. Adını bile telaffuz edemediğimiz yemekleri bilmezdik. Büyüğümüzü gördük mü elinde ne yükü varsa almayı öğrettiler bize, bir başkasının sırtına yük olmayı değil.
Sevdalarımız vardı bizim. Delicesine yaşadığımız. Kimi zaman bir canana kimi zaman vatana kimi zaman bayrağa duyduğumuz sevda ağır basar ama illa ki; peşinden giderdik sevdalarımızın. Bize yarı yolda bırakmalar öğretilmedi çünkü.
Abdal’lar, Veli’ler, Dadaloğulları, Bektaşiler, Dervişler yetişti bu topraklarda. Nice söylemler üretecek yaşamlar yaşandı. Yaşandı da geriye bize ders alınacak öğütleri kaldı.
Bizler ne öğütleri ne de yaşananları anımsar olduk. Kendi bildiğimizce, bize dayatılanların peşinden yürüdükçe uzak kaldık onlardan. Öğrendiğimiz değil anlatıldığı kadarını bildik. Peşinden gitmeyip bilginin, yarı yolda bıraktık o mirası.
“Gel…Ne olursan ol, yine gel” diyen o büyük insanların dünyalarına gitseydik anlayacaktık belki de…
“Mecnun değilim, dost… Ama çağırırsan çöllere gelirim. Sana yalan halde gelmem, toplarım özümü yalın halde gelirim. Sen gel de yeter; yola yük olmam yol olur gelirim” diyebilecek kadar seven, alçak gönüllü ve hoşgörülü ecdadın
torunları nasıl da gurur yapıp “ben onun ayağına gitmem” diyecek hallere geldik ?
Hiç çaresi yokmuş gibi
Mecbur kalanlardan mısın?
Gitmek zormu senin için
Mevcut duruma alışanlardan mısın?
Kalp yok mu sence
Hayata üşenenlerden misin?
İster kırılıp dökülelim
İster yok olup dirilelim
Anlaşmadan ölmeyelim
Hiç cesareti yokmuş gibi
Mecbur susanlardan mısın?
Uçmak zor mu sence
Yürümeye bile korkanlardan mısın?
Bir birimize varmak için yola çıkmaya erinenlerden misin?
Birbirimize varabilme, anlayabilme konusunda biraz daha sıcak, biraz daha hoşgörülü olsaydık…
O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.
Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.
Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.
O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi, yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.
O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.
Nasıl olduk biz böyle ? Serçe parmaklarımızı tutup halaya dururken, avuç içlerimizde hissederek el tutarken; nasıl oldu da artık parmak ucunda hissetmeyi tercih eder olduk ? Hangi parmak işaret eder ki bize bu yolu ? Yol bu yol değil dostlar…
Yol, bizim büyüklerimizden kalan sevgi yolu…Hoşgörü, anlayış yolu…O yol insanlık yolu.
Yolumuz açık, yeni yılımız kutlu olsun.