MİLYONLARCA İNSANIN AŞI, EKMEĞİ, KADERİ DEMEK OLAN MAKİNELER; 20. YÜZYIL TOPLUMUNUN YERKÜREDEKİ SERÜVENİDİR ASLINDA. SANAYİ DEVRİMİ İLE AÇILAN BU YENİ ÇAĞI ANLAMAK BİZİM HİKAYELERİMİZE DE ÇOK ŞEY KATACAKTIR.
Sanayi Devrimi, insan ve hayvan gücüne dayalı üretim tarzından, makine gücünün hakim olduğu üretim tarzına geçiştir. Bu tarz üretim 18. yüzyılda İngiltere’de, özellikle dokuma sektöründe ortaya çıkar, daha sonra diğer alanlara yayılır. Makineye dayalı üretime geçişle birlikte üretimin şekli ve miktarı da artar. Sanayi Devrimi insanlık tarihinin önemli dönüm noktası olarak kabul edilir. Batı insanının hayat tarzı köklü biçimde değişirken, dünya tarihinde ilk kez nüfus artışı ve hayat standartlarındaki artış birlikte gerçekleşir. Bu nedenle, Sanayi Devrimi, nüfus artışının ekonomik büyümeyi sınırlamadığı tek başarılı örneği temsil eder. Bu özelliği ile bir ekonomik büyüme örneği olarak görülebilir.
Sanayi Devrimi’nin en açık özelliği; üretimin çapında görülen büyük artıştı. Daha fazla mekanik güç, daha fazla hammadde, daha fazla üretilmiş mal, daha fazla atık, daha fazla ulaştırma, sanayi ve ticaret süreçlerini izleyecek daha fazla yazman, malları satın alacak daha fazla tüketici, satacak daha çok satıcı ve büyük sermayesi olan, daha çok insan çalıştıran daha büyük firmalar, hızla ortaya çıkar. Daha eski, daha basit yapım biçimlerinin yerini, daha ucuz ve bazen aynı zamanda daha kaliteli mallarıyla fabrika üretimi alır. İngiltere’de 1760’larda görülen geçmişte yeni bir çağın başlangıcı olarak teşhis edilen devrimin, geleceği daha birçok yıl boyunca etkileyeceği olasılık dahilindedir. Ama, büyük, her şeye nüfuz edici ve yenilikçi de olsa, modern dünya hikayesinin tümünü anlatmaz ve anlatamaz. Kelimenin alışılagelen anlamıyla bir devrimdi o. Görülebilir değişimlerini kısa vadeli olayların peşpese meydana gelmesiyle ortaya koyan bir devrim. Ama aynı zamanda uzun vadeli bir süreçti.
Sanayi Devrimi, bir dizi buluşun, üretim gücünü, tekstil, demir ve çelik endüstrileri ile taşımacılığını etkilediği ve sonuçta Büyük Britanya’da (İngiltere) üretimin karakterinin değiştiği 18.yüzyılın sonu, 19. yüzyılın başını kapsayan periyot için kullanılır. Yakın zamanlarda yapılan çalışmalarda ise Sanayi Devrimi’nin zamanı ile ilgili, ekonomik büyüme hızıyla ve özellikle de dış ticaretin gösterdiği gelişmeyle ilgili istatistiki bilgiler yön verir. Bu çerçevede, bugün genellikle kabul edilen görüş, Sanayi Devrimi’ni, İngiliz uluslararası ticaretinin yukarıya doğru önemli bir sıçrama gösterdiği 1780’lerden başlatır. Sanayi Devrimi ile genellikle İngiltere mekan olarak özdeşleştirilme eğilimindedir. İngiltere’nin Sanayi Devrimi’nde dünyaya öncülük etmesi, bu ülkede birçok özelliğin bir araya gelmiş olmasının bir sonucu olarak gözükür. Sanayi Devrimi’nin çıkış noktası olan makine, tek bir aleti kullanan işçi yerine, çok sayıda benzer aletleri çalıştıran ve gücünün biçimi ne olursa olsun tek bir devindirici güç tarafından devindirilen bir mekanizmayla çalışır.
20. yüzyılın başlarında ABD’nin büyük güç olarak ortaya çıkışına kadar İngiltere dünyanın en ileri sanayi ülkesi konumundadır. El aletleri yavaş yavaş yerini makinelere bırakır. İnsan gücü yerine, buharlı makinelerin enerjisi geçer. Bu icatların tümü çalışma unsuru ile sermaye unsuru arasındaki ilişkileri, üretim ve tüketim ilişkilerini de değiştirecektir.
TÜRK SANAYİSİNİN KRONOLOJİK ÖYKÜSÜ
CUMHURİYET İLAN EDİLDİĞİNDE, ELDE SADECE UN DEĞİRMENLERİ, SAYILARI GİTGİDE AZALMIŞ HALI VEYA DOKUMA TEZGAHLARI, KÜÇÜK MADENİ EŞYA ATÖLYELERİ , BİR DE OSMANLI’NIN DEVLET FABRİKALARINDAN ARTA KALMIŞ BEYKOZ DERİ FABRİKASI, FESHANE, CİBALİ TÜTÜN GİBİ YARI ÇALIŞIR DURUMDA BİRKAÇ TESİS VARDI. KÜÇÜK ÖLÇEKLİ DE OLSA, KAYDA DEĞER ÖZEL SANAYİ KURULUŞLARININ NEREDEYSE TÜMÜ AZINLIKLARA VE YABANCILARA AİT OLDUĞUNDAN, KURTULUŞ SAVAŞI VE BÜYÜK MÜBADELE SONRASINDA ATÖLYE VE FABRİKALAR TERK EDİLMİŞTİ. ÇOK TEKRARLANAN DEYİŞLE: “TOPLU İĞNENİN BİLE DIŞARIDAN GELDİĞİ”, SANAYİNİN ÇARKLARININ DÖNMEZ OLDUĞU O GÜNLERDEN BU GÜNLERE BÜYÜK MÜCADELELERİN SONUCUNDA GELİNDİ. ANCAK BU NASIL OLDU? NERELERDE SIÇRANDI, NERELERDE TÖKEZLENDİ? NELER BAŞARILDI, NELER BAŞARILAMADI? BU UZUN YÜRÜYÜŞÜN UĞRAKLARI, OLAYLARI , DÜŞÜNCELERİ, POLİTİKALARI, TARTIŞMALARI, UMUT VE HAYAL KIRIKLIKLARI, HEYECANLARI VE HESAPLARI NELERDİ? 1920’LERDE ZORUNLULUK VE EL YORDAMIYLA BİR ARAYIŞ, 1930’LARDA BİR KUŞAĞIN MODERNLEŞME VE YENİ BİR ULUS YARATMA PROJESİNİN ODAĞIYDI, SANAYİLEŞME. 1950’LERDE, 60’LARDA, ÖZEL SEKTÖR, ÇARKLARIN BAŞINA GEÇTİ. BUNLAR DEVLETÇİ ELBİSENİN ÇIKARILMASI HAMLELERİYDİ. 1980’DEN SONRA DEĞİŞEN DÜNYA VE TÜRKİYE KOŞULLARINDA ÖZEL SEKTÖR ÇOK ÖNEMLİ İLERLEME SAĞLADI.
Kuruluş Yıllarında Türk Sanayisi (1923-1929)
Bu dönemin ana özelliği özel sermaye birikimine devletin katkısıdır. Bu dönemde yerli sanayiyi geliştirmek üzere çıkarılan teşvik yasaları ve diğer özendirmeler etkili sonuçlar vermediği için sanayileşmede de ciddi gelişmeler yaşanmamıştır. Bunun önemli bir nedeni, o dönemde, dışa bağımlı ticaret sermayesinin, etkinliğini kullanarak korumacı bir dış ticaret politikası izlenmesine olanak vermemesidir. Cumhuriyet öncesi dönemde de geçerli olan, uluslararası iş bölümünde Türkiye’yi ihracata yönelik tarım ve madencilikte teşvik etme, uzmanlaştırma politikası, çeşitli araçlarla Cumhuriyet sonrasında da sürdürülür. Uluslararası iş bölümünde Türkiye’nin yerinin, bu tür bir ilişki içinde belirlenmesi, bu dönemdeki yabancı sermayenin de ağırlıkla ihracata yönelik ticari faaliyetlere yoğunlaşmasına yol açar. Sonuçta, dönem boyunca sanayide gelişme sağlanamazken, ihracata yönelik tarımda önemli üretim alanları oluşur. Dış ticaret politikasındaki liberal tutum, dönem sonunda ekonominin önemli bir ödemeler dengesi sıkıntısına girmesine yol açar.
Demiryolları yapımının hızlanması, yeni ulusal bankalar kurulması, merkez bankası işlevini görecek bir devlet bankası için hazırlıklar yapılması 1930’lar sonrası izlenecek ekonomi politikalarına elverişli bir iç pazar sağlama ve tarımda daha çok pazar için üretim yapma koşullarını hazırlar. Bu dönemde devlet eliyle özel sermaye birikimini hızlandırmanın başlıca araçları; çeşitli alanlarda üretim, ithalat ve işletme ile ilgili çok sayıda tekel ve imtiyazları yerli-yabancı sermayeye devreden düzenlemeler, sanayi için önemli özendirme ve destekleme olanakları getiren Teşviki Sanayi Kanunu olur. 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde sanayiciler lehine birtakım ilkesel kararlar alınır. Bu ilkeler çerçevesinde 1927 yılında Teşviki Sanayi Kanunu yeniden düzenlenerek uygulamaya konulur. Yasaya göre hükümet; sanayi kuruluşları için gerekli arsayı belli koşullar altında parasız verecek, vergi ayrıcalıkları sağlayacak, sınai kuruluşlar için gerekli makine-teçhizat gümrük vergisinden muaf olacak, sanayicilerin kullandıkları temel maddeler, ara malları ve mamul ürünler demiryollarında ucuz tarifeyle taşınacak, kamu tekelindeki mallar bu kuruluşlara ucuza satılacak, hükümet ve kamu kuruluşları bazı koşullarla, yerli sanayi ürünlerini ithalattan yüzde 10 daha pahalı da olsalar tercihen satın alacaktı. Yasada, bu sayılanların dışında daha birçok teşvik önlemine yer verilmişti.
“Cumhuriyet öncesi dönemde de geçerli olan, uluslararası iş bölümünde Türkiye’yi ihracata yönelik tarım ve madencilikte teşvik etme, uzmanlaştırma politikası, çeşitli araçlarla Cumhuriyet sonrasında da sürdürülür.”
Sanayiye sağlanan bu teşviklere karşın, bu dönemde kayda değer bir sanayileşmeden söz edilemez. Sanayide gelişme sağlanamamasının nedenleri, çoğunlukla savaş sonrasının ekonomik enkazı, nüfus mübadele hareketleri, altyapı yatırımlarının yeterince gelişmemesi gibi etkenlerle açıklanır. Bu etkenlerin sanayinin gelişmesi konusunda olumsuzluklar yarattığı genel anlamda doğruysa da, bu konuda asıl etken, korumacı bir dış ticaret politikası izlenmesinin engellenmesi ve dış dinamiklerdir. Ticaret sermayesinin korumacı politikalar konusundaki olumsuz tavrına karşılık, sanayi sermayesini temsil eden İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası raporlarında, sanayinin yüksek gümrük duvarlarıyla korunması ilkesi ön plana çıkarılır. Sanayiciler, sanayinin gelişememesinin ancak Türkiye’de üretilen ham ve mamul maddelerin ithalatının sınırlanmasıyla olanaklı olabileceğini belirterek korumacı önlemler talep etmekteydiler. Sanayicilerin yakındıkları ve kendi yararlarına çözümlenmesini talep ettikleri bir diğer konu da, Teşviki Sanayi Kanunu çerçevesinde hammadde olarak nitelenen ve dolayısıyla gümrük vergisinden bağışık tutulan bazı ithal malların aslında yurt içinde üretilmesi ve fakat bu malların gümrüksüz ithalatının yerli sanayiye büyük darbe vurmasıydı. Böylece ticaret ve sanayi sermayesi arasında, kendisini gümrük tarifeleri sorununda gösteren bu çatışmada, dışa bağımlı ticaret kesimi ağır basar ve yerli sanayinin gelişiminde önemli bir etken olan korumacı önlemler büyük ölçüde engellenir. Dış dinamiklerin, yerli sanayinin gelişimini engelleyici etkisini ise şöyle özetlemek mümkündür: Söz konusu konjonktürde uluslararası iş bölümü, Türkiye’nin 19. Yüzyıl’da olduğu gibi, ihracata yönelik tarım ve madencilikte uzmanlaşmasını öngörüyordu. Metropol ülkelerden kaynaklanan ithal ve ihraç kredileri biçimindeki tüccar kredisi, Türkiye’deki gelişmelerin, uluslararası kapitalist sistemle bütünleşmesinin gereklerine uymasını sağlamada önemli bir araçtı. Başka bir deyişle, tüccar kredisi, ticaret sermayesinin hakimiyetinin devamında ve Türkiye’nin dünya ekonomisi içindeki rolünün sürekliliğini sağlamakta önemli bir etkendi. Metropollerden kaynaklanan tüccar kredisiyle hedeflenen şeylerden biri, tarımsal üretime dinamizm kazandırmak ve dış pazarlara doğru yönlendirmekti. Üretim bölgelerinin demiryollarıyla limanlara bağlanması, oradan da dünya ekonomisine katılımı büyük ölçüde 19. Yüzyıl’da gerçekleşir. Bu dönemde yapılmak istenen de, geçmişteki yapıyı koruyup sürdürmekti. Tüccar kedisinin yanı sıra, ekonomide genel anlamda ticareti, özel olarak dış ticareti başat kılan bir etken de, banka kredilerinin ticarette yoğunlaşmasıydı. Sanayiye kredi verecek banka bulunmazken, sadece yabancı bankaların değil, yerli bankaların, hatta tarıma kredi vermek amacıyla kurulmuş bankaların bile kredileri ağırlıkla ticaret kesimine yönelikti. Sadece yabancı bankalar değil, ulusal bankalar da sanayiciler dışındaki müşterileri tercih ediyorlardı. Bir devlet bankası olan ve esas olarak devlet işletmelerini finanse etmek üzere kurulan Sanayi ve Maadin Bankası’nın dışında sanayiye yatırım kredisi veren banka yoktu. Bankaların sanayicilere verdikleri kısa vadeli kredilerin koşulları da tüccarlarınkiyle aynıydı. Ancak sanayici, bu krediyi sadece döner sermaye ihtiyacında kullanabiliyordu. Sanayiciler bu durumdan şikayetçiydiler, imalat sanayisine kredi verecek bir bankanın oluşturulmasını talep ediyorlardı. Dış rekabetin yıkıcı etkilerine karşı koruma olanakları sağlayamayan, başta kredi sorunu olmak üzere çeşitli dezavantajlara sahip olan sanayinin dönem boyunca varlık göstermesi, sanayide üretimin artırılması söz konusu olmadı.
İzmir İktisat Kongresi’nde sanayiciler lehine birtakım ilkesel kararlar alınır. Bu ilkeler çerçevesinde 1927 yılında Teşviki Sanayi Kanunu yeniden düzenlenerek uygulamaya konulur. Yasaya göre hükümet, yerli sanayi ürünlerini ithalattan yüzde 10 daha pahalı da olsalar tercihen satın alacaktı.
1923-1929 döneminde hızlı bir milli gelir artışı yaşandı, ancak bu gelişme sanayi alanına yansımadı. 1923’te Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) içinde yüzde 13,6’lık orana sahip olan sanayinin payı, 1929’da yüzde 9,9’a düştü. Buna karşılık tarımda önemli bir gelişme söz konusudur. Cumhuriyet’in ilk yedi yılında dış ticaret dengesi devamlı açık verir. Tarımdaki üretim artışının ihracata (özellikle 1923-1925 yılları arasında) katkısına karşın ithalat sürekli artar. Nihayet, dönemin sonunda yoğunlaşan spekülatif amaçlı ithalatın da etkisiyle büyük bir dış ticaret açığı ve ödemeler dengesi sıkıntısına düşülür. Bu sorunların, 1929 sonrası ekonomi politikalarının biçimlenmesinde önemli etkileri vardır. 1923-1929 dönemindeki önemli bir gelişme de tarımdan ürün olarak alınan aşar vergisinin kaldırılarak yerine parayla ödenen arazi vergisinin konulmasıdır. Bu uygulama, tarımda pazar için üretimi harekete geçiren, dolayısıyla tarım yapısının giderek çözülmesini uyaran, böylece de önemli bir iç pazarın oluşmasının koşullarını yaratan bir etki doğurmuş olabilir. Bir diğer önemli gelişme demiryolları yapımının hızlandırılmasıyla ilgilidir. Cumhuriyet öncesi döneme oranla bu dönemde yabancı sermayenin demiryolları yapımına yönelik faaliyeti aynı yoğunlukta yaşanmaz. İhracata konu olan ürünlerin üretildiği bölgelerin demiryollarıyla limanlara, oradan da metropollere bağlanma sürecini Cumhuriyet öncesinde büyük ölçüde tamamlanmış olması, yabancı sermayenin yeni demiryolu yapımına girişmemesinin gerekçelerinden biri olarak gösterilebilir. Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalan 4 bin 200 kilometrekarelik demiryolu şebekesi 1932’de 6 bin 400 kilometreye çıkar. Ayrıca bu dönemde, stratejik özelliklerden dolayı birçok liman, tersane ve demiryolu işletmesi devletleştirilir. Bankacılığın karlı bir sektör haline gelmesiyle gerek yerel, gerekse ulusal bankaların kurulması, bunlara devlet bankalarının eklenmesi ve bir merkez bankası kurma fikrinin yeşerip olgunlaşması da dönemin ileriye yönelik etkisi olan gelişmeleri arasındadır.
Devletçi Sanayileşme Yılları (1929-1939)
Sanayileşme sürecinde önemli adımların atıldığı bu dönem iki alt dönemde incelenebilir. 1929-1932 arası, devletin sanayici kimliği ile henüz devreye girmediği dönemdir. 1932 sonrası ise “sanayide devletçilik” dönemini simgeler. 1929 yılının sonuna gelindiğinde ödemeler dengesinde yaşanan bunalım, 1929 küresel buhranının yaratacağı olumsuzluklar, bir önceki dönemde izlenen liberal dış ticaret politikasının yerine korumacı önlemler almayı gerektiriyordu. 1929 küresel buhranı ile dünya ticaret hacmi daraldı. Buhranın Türkiye’ye yansıması, tarım ürünleri ihracatının azalması ve ürünlerin iç fiyatlarının önemli ölçüde düşmesi biçiminde gerçekleşti. Tarım ürünlerinden buğdayın fiyatının düşmesi, sanayici için ücretlerin düşmesi anlamı taşır. Çünkü buğday, işçinin ve ailesinin yeniden üretimini karşılayan temel mallardan en önemlisi olduğu için, düşük fiyatlı buğday, düşük ücret anlamına gelir. Tarımsal girdi kullanan dokuma ve gıda sanayicileri düşen fiyatlar nedeniyle ucuz girdi sağlama olanağı elde eder. Kısacası bu dönemde yatırım yapacak olan sanayici; Teşvik-i Sanayi Kanunu gereğince gümrüksüz girdi ithali olanağından yararlanabilecek, düşük fiyatlı tarım mallarını girdi olarak kullanacak, düşük işçi ücretleriyle mal üretip, yüksek gümrüklerle dış rekabetten korunan pazarda yine Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun sağladığı olanaklarla mal satabilecekti. Girişimciler bu olanakları son sınırına kadar kullanır, 1930-1932 yıllan arasında önemli büyüme gerçekleşir. Tarımdaki göreceli durgunluktan ötürü, GSMH’nin durgunluk gösterdiği bu yıllar içerisinde sanayinin yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 13,6 olarak gerçekleşir.1932 yılı Temmuz’undan itibaren bir dizi yeni iktisat politikası ve araçlarıyla devlet işletmelerinin öncülüğünü yapacağı bir sanayileşme hareketine girişilir. Önce, dış ticarette koruma önlemleri artırılarak, korumanın sağladığı himaye rantının daha çok devlette toplanmasını sağlayacak düzenlemeler yapılır.
1929 küresel buhranı ile birlikte tarım aleyhine, sanayi lehine dönen iç ticaret, tarımdan tarım dışına kaynak aktarımı olanağını yaratır.
İzlenecek ithal ikameci sanayileşme stratejisinin öncülüğünü yapacak devlet sektörünün yatırım programını belirleyen “Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı” hazırlanır. Planda; yurt içinde üretilmesi düşünülen sanayi ürünlerinin, 1928-1932 yıllan arası ithalatının yüzde 43’ünü oluşturduğu belirtilerek, “Birinci Sanayileşme Planı bizi umumi ithalatımızın asgari yüzde 25-30’undan müstağni bırakmak vazifesini üzerine almış bulunmaktadır” denilmekte ve böylece izlenecek sanayileşme stratejisinin ithal ikameci niteliği vurgulanmaktadır. Planda, temelde devlet sektörünün sanayi hedeflerini belirlemekle birlikte, Türkiye İş Bankası aracılığıyla yapılacak yatırım hedef ve politikalarına da yer verilir. Planı uygulama görevini alan Sümerbank bünyesinde çok sayıda devlet işletmesi kurulur. Ayrıca, gerçekleştirilen millileştirmelerle geniş bir devlet sektörü ortaya çıkar. Dönemin sonunda plan hedeflerinin büyük ölçüde gerçekleştirildiği görülür. Sınai yatırımlar ağırlıkla dokuma, şeker gibi temel tüketim malları üretiminde yoğunlaşmışsa da ara ve yatırım malları üretimine de dörtte bir oranında ağırlık verilir. Ara ve yatırım malları üretimi kömür, demir-çelik, kağıt sanayilerinde gerçekleştirilir. Sınai üretim 1936’ya kadar yüzde 2,7 oranında artar. 1936’dan sonra ise gelişme hızlanır, katma değerin yıllık artış oranı 1937’de yüzde 9,8; 1938’de yüzde 16,9; 1939’da yüzde 17 olarak gerçekleşir. İmalat sanayisinin GSMH’deki payı da artarak cari fiyatlarla 1933’de yüzde 13,5 iken 1939’da yüzde 14,7’ye çıkar. Böylece, korumacı dış ticaret politikasının ardından uygulanan ithal ikameci sanayileşme süreci sonucunda belli sanayi kollarında üretim artar. İthal kısıtlamalarının etkisiyle de dış ticaret açıkları kapatılır. Fonun kaynakları ve sağlanış biçimleri şöyle özetlenebilir: Fonun önemli bir kaynağı; devletin, tarımdan tarım dışına aktarılan değerin büyük bir kısmına el koymasıyla sağlanır. 1929 küresel buhranıyla birlikte tarım aleyhine, sanayi lehine dönen iç ticaret hadleri tarımdan tarım dışına kaynak aktarımı olanağını yaratır. Devletin müdahalesi söz konusu olmadığı takdirde bu kaynak tarımla alışveriş yapan ticaret, sanayi, dış ticaretle ilgili olduğu sürece de dış sermaye arasında paylaşım konusu olacaktı. Ancak devletin müdahalesiyle bu kaynağın önemli bir kısmı, devletçilik dönemi girişimlerinin önemli kaynaklarından birisi olur. Tarım ürünlerinde sıkı fiyat politikası uygulanır, ücret mallarının en önemli kalemi olan buğdayın fiyatı düşük tutularak işçi ücretlerinin de düşük seyretmesi koşulları yaratılır. Dokuma sanayisinin temel girdisi pamuğun üretimini teşvik ve sürekliliğini sağlamak için göreli yüksek taban fiyatı uygulanır. Ayrıca en önemli ihraç malı olan tütünün fiyatı da göreli yüksek tutulur.
Karabük Demir Çelik için İngiltere’den 2,5 milyon sterlin kredi alınır. Dönem boyunca ekonominin lokomotifliğini devlet sektörünün üstlenmiş olması özel sermayenin dışlandığı sanısı uyandırmamalıdır. Tersine, gerek ticarette gerekse sanayide özel sermayenin varlığı ve gelişmesi gözetilir. Sanayicilere büyük olanaklar sağlayan Teşvik-i Sanayi Kanunu, 1942 yılına kadar yürürlükte kalır. Dönem boyunca izlenen ekonomi politikasının sonucu olarak gerek himaye rantı, gerek iç ticaret hadlerindeki değişmelerle ortaya çıkan kaynak, devlet ile özel sermaye arasında paylaşılır. Devlet sektörünün özel sektörle rekabet değil, tamamlayıcılık ilişkileri içinde bulunduğu bir alan, dönem boyunca var olur. Özel sermaye; gerek devlet işletmelerine girdi sağlayarak veya devlet işletmelerinin ürettiği girdileri kullanıp mamul mal üreterek, gerek devlet yatırımlarının ihalelerini alıp müteahhitlik hizmetinde bulunarak, gerekse de devlet sektörü öncülüğünde sürdürülen sanayileşmenin yarattığı iş hacminden doğan, pek çoğu aracılık gerektiren işleri kotararak önemli ölçüde sermaye birikimi sağlar.
Devamı sonraki sayıda…