1964 yılında doğan bir kişi olarak, Türkiye’nin tarihine baktığımız zaman önemli bir döneminde gençliğini yaşamak zorunda kalanlarımızdan Aşkın da, doğduğu yıl ile şehrin hayatını şekillendirmekte büyük önemi olduğunu düşünüyor. “ Biz bugün X,Y,Z diye adlandırılan kuşakların başı, “baby boomers” diye adlandırılan kuşağın sonuyuz” diye adlandırıyor yaşamının ilk dönemini. Burda biraz Baby Boomer’dan bahsetmek gerek;
Baby boomer, 1946-1964 yılları arasında doğmuş kişilere atıf yapan bir terim. 1945 yılında biten II.Dünya Savaşı sonrasında, azalan nüfusa karşın, sonrasında yaşanan büyük doğum oranlarını simgeliyor. Tabi olay sırf artan bebek nüfusu ile değil, nüfustaki büyük artışın getirdiği büyük tüketim hareketinin de tanımlayıcısı…
Aşkın Akman bu tanımlamanın sadece basit bir sınıflandırma olmadığını, sosyolojik olarak da önemli bir vurgusunun olduğunu dile getiriyor. “Bizler Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne (ODTÜ) punch kardlarla(*) girdik, Commodore-Amstrad bilgisayarlarla çıktık. Bunun hayatımıza yansıması şu oldu; biz hem gelenekseli bildik, hem de yeniye adapte olduk.”
“Bu dönem, karakterimizin yerine oturmaya başladığı zamanlarda olduğu için tüm yaşantımızı etkiledi. Kendimi biraz şanslı hissediyorum ki, biz bu yüzden bugün ne yazık ki yeniyi/değişimi yakalayamayan bir kuşakla, eskiyi/gelenekseli bilmeyen demeyelim ama anlamayan/ anlayamayan kuşakların çıkmazında değiliz. Gelelim Ankara’ya, o yılların bence öğrencilik için en mükemmel şehirlerinden biriydi.” Diyor.
Şimdi biraz soru cevap gidelim.
Lise veya üniversite yıllarınızdan aklınızda kalan Okulla ilgili bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
O kadar çok var ki. Ama çok özel bir anıdan ziyada genel olarak o yılları 12 Eylül öncesi ve sonrası diye hatırlıyorum. Lise yıllarımızda etrafımızda çok acılar yaşandı, Üniversiteye geldiğimizde ise birdenbire apolitik bir kuşak olmuştuk.
Mesleğinizi son anda mı seçtiniz yoksa çocukluktan beri istediğiniz bir meslek miydi?
Hem evet hem hayır. Çocukluğumdan beri otomobil ile ilgili bir şeyler yapmak istemiştim.
Ama aynı zamanda görsel sanatlara da çok yatkındım. Bu yüzden Makine mühendisliği ile Mimarlık arasında gidip geldim ve son anda Makine Mühendisliğini seçtim.
Halen içinde bulunduğunuz iş, mesleğinizle ilgili mi?
Hiç alakası yok artık. Artık bütün hayatımı neredeyse resim üzerine yoğunlaştırmış haldeyim. Hobim mesleğim oldu. Mesleğim ise hobi olarak kalmış durumda. Uzun yıllar uluslararası petrol sektöründe stratejik planlama ve üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra, son 5 yıldır tamamen çocukluk hayalim olan resim yapmaya döndüm ve Güzel Sanatlar üzerine yüksek Lisans yaptım. Şu anda da tam zamanlı uğraşım, mesleğim bu oldu.
Biraz konuyu biz açalım.
Aşkın Akman 1981-1987 yılları arasında ODTÜ Makine Mühendisliği bölümünden mezun oluyor. Hemen araya askerlik filan giriyor ve 2 yıl Mesa Holding’de Saha Mühendisi olarak çalışıyor, akabinde 8 yıl Türkpetrol- Castrol firmasında, bir çok görevle birlikte stratejik planlama müdürü olarak çalışıyor. Shell Akaryakıt firması da Aşkın’ın bilgi ve tecrübesinden faydalanmak istiyor ve 2 yıl boyunca, Yakıt Kategorileri Yöneticiliği ve Pazarlama İletişim Yöneticisi olarak işe alıyor. Ardından 2 yıl, Türkpetrol-Conoco ortaklığında Pazarlama, network yatırımları ve planlama Müdürlüğü görevinde bulunuyor. Sonraki görevi 7 yıl boyunca Bakaç firmasında üst düzey yöneticilik. Son olarak 1 yıl da TRG- Kazakistan Devlet Petrol şirketinde Genel Müdürlüğe vekillik yapıyor ve profesyonel iş hayatına son veriyor ama kendisinden danışmanlık isteyen firmalar halen peşindeler.
Hayatta hiç hata yaptığınızı düşünüyor musunuz, eğer birkaç hatadan bahsederseniz, en büyük hata neydi söyleyebilir misiniz?
Tabi ki hatalar yaptım. Yine çok özel bir hatadan ziyade bugün geriye dönüp baktığımda 30’lu yaşlarımızda yeterince analiz etmeden hızlı, fevri kararlar verdiğimi söyleyebilirim. Kendine güvenen, iyi eğitim aldığını düşünen her yeni profesyonelin yaptığı gibi belki de…
Diyelim ki bir ülkeye gittiniz ve istiyorsunuz ki sizi tanıyan herkes oraya gitsin, hangi ülke olurdu sizin tercihiniz? Ve neden ?
İtalya ve İngiltere olurdu kesinlikle. Her ikisi de, kendilerini dünya ülkesi olduğunu hissettiren nadir ülkelerden bence. Gelenek ve yeniliğin bir arada uyum içinde olabileceğini çok net gösteriyorlar. Bunu en güzel bir ülkenin kırsalında hissedersiniz. Kırsalda doğa ile mimari çatışmıyorsa uyum içindeyse o ülkede denge var demektir. Örneğin Almanya’da mimari, doğaya hükmeder. Üstündür hiç taviz vermez. Kuzey ülkelerinde mimari dik çatıları ve renkleriyle doğayla bir çatışma, üstünlük mücadelesindedir. Fransa kararsızdır, İspanya yenilmiştir.
Oysa İngiltere ve İtalya kırsalında doğa ile mimari arasında bir çatışma, birbirine karşı üstün olma mücadelesi görmezsiniz.
Ülkemiz için yorumunuz ne olurdu diye sorsam; “Ülkemiz için ne yazık ki yorum yapmak istemiyorum” diyo Aşkın Bey.
Konuğumuzun sorulara çok detaylı yanıtlar vermeyi sevmediğini sezinliyoruz. Hele son sorularımıza yanıtlar çok kesin ve kısa kısaydı.
Hayatınıza devam etmek için, birkaç seçenekten birini seçmek durumunda kaldığınız oldu mu? diye sorduk, “evet oldu” dedi. Hem de tabii diye bitirdi cümleyi.
Bugün geriye dönüp baktığınızda iyi ki bunu seçmişim diyor musunuz? Diye sordum, “iyi ki böyle yapmışım” dedi. Yine kesin ve netti.
Karşı karşıya kaldığınız ama seçmediğiniz alternatife odaklansanız şu anda nerede olurdunuz acaba? Diye sordum: “Onu bilemem ama şimdiki kadar huzurlu ve mutlu olamayacağımı söyleyebilirim” dedi.
Son olarak başkasının gözünden kendisini tanımlamasını istedim: “Her ne yaparsa yapsın yaptığı işi iyi yapan, layığıyla yapmaya çalışan birisi olarak tanımlarım.” Dedi.
Makine Mühendisliği eğitimi alıp, uzun yıllar enerji piyasasında çalışan birinin geldiği son noktaya bir göz atalım: Aşkın Akman, Prof. Teymur Rzayev atölyesinde aldığı eğitimle resim hayatına başlıyor, Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nde atölye çalışmaları ve portre soyutlama üzerine mastır seviyesinde tez çalışmalarına devam ediyor.
Resmini ise tanımlarken Aşkın; “Bir figürü yakalamak için her şeyden ayırmak istedim. Bazen bu ayrımı yapmak için organik, bazen geometrik motifler yaratmaya çalıştım. Bazen bu çaba başarısız oldu, motifler figürün önüne de geçti. Ancak motif yaratma arayışı asla sona ermedi. Bazen bunu kalın bir boya dokusu ile yapmaya çalıştım bazen bunu kontrol edilebilir aşınma yöntemi ile…”
2015 yılında katıldığı Nuri İyem Resim Yarışmasında, Sergi özel ödülünü kazanıyor. İtalya- Venedik’te katıldığı resim yarışmasında birinci aşama ödülünü, Kanada-Montreal’de katıldığı Biafarin 2017 yarışmasında Onur Ödülünü kazanıyor. Bu arada katıldığı birçok ortak sergide resimlerini sevenleri ile paylaşıyor
Bana göre Aşkın, yaptığı her işi severek yapmış ve yapmaya devam ediyor. 50’li yaşlarında belki de 30‘lu yıllarında yaptığı fevri kararları geride bırakmış, yoğun çalışma ortamının stresinin ve hızlı temposunu geride bırakıp, sanatın en renkli dallarından birinde resimde çalışmalarına sakin sakin devam ediyor.
(*)punch card: Delikli Kart. Üzerindeki belirli noktalara açılan (veya açılmayan) delikler sayesinde sayısal bilgi taşıyabilen karton parçaları. Günümüzde bir veri saklama aracı olarak modası geçmiş olmakla birlikte, 19. yüzyıl boyunca dokuma tezgahlarını denetlemekte ve 20. yüzyılda hesap makinelerinde ve bilgisayarlarda kullanılırdı. ODTÜ’de 1980’li yıllarda öğrencilerin kullandıkları terminal bilgisayarlarda her bir satır tek bir karda delik açılma yöntemi ile işlenir ve basit bir bilgisayar programı, yüzlerce kartonun bu kartonları okuyan makineler tarafından okunması yöntemi ile çalıştırılırdı.