Bir zamanlar, bir kralın aklına bir düşünce gelir ve krallığın dört bir yanına;
“ Kim kendisine her iş için en uygun anı, bu iş için en gerekli kişinin kim olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse” ona büyük bir ödül vereceğini duyurdu. Bilgeler, kralın huzurunda toplandı; fakat sorulara verdikleri yanıtlar, birbirinden tümüyle farklı oldu.
Kral, hâlâ doğru yanıtları aradığı için, yakınlardaki bir bilgeye danışmaya karar verdi. Bilge kişi, hiç ayrılmadığı bir ağaç kovuğunda yaşıyor, yanına halk dışında kimseyi kabul etmiyordu. Bu nedenle kral, halktan biri gibi giyindi ve yola düştü.
Bilge kişinin yaşadığı kovuğa yaklaştıklarında, kral atından indi ve korumalarını orada bırakıp yola tek başına koyuldu. Bilgenin olduğu yere vardığında onu, yaşadığı kovuğun önüne çiçek tarhları kazarken gördü.
“Ey bilge kişi, size birkaç önemli konuda danışmaya geldim” dedi. “Doğru şeyi doğru zamanda yapmayı nasıl öğrenebilirim? En fazla gereksinim duyduğum, dolayısıyla ötekilerden daha fazla ilgi göstermem gereken kişiler kimdir? Kendimi vermem gereken işler nelerdir?”
Bilge, kralı dinledi, fakat bir yanıt vermedi. Yapmakta olduğu işini sürdürdü.
“Yoruldunuz” dedi kral. “Küreği bana verin siz biraz dinlenin.”
Bilge kişi, küreği krala verdi; yere oturup dinlenmeye başladı.
Kral, iki tarh kazdıktan sonra sorularını yineledi. Bilge kişi, ona yanıt vermek yerine ayağa kalktı; elini küreğe uzattı ve “Siz biraz dinlenin; bir parça da ben çalışayım” dedi.
Fakat kral, küreği vermedi; tarh kazmayı sürdürdü. Saatler geçiyor, güneş yavaş yavaş batmaya başlıyordu. Sonunda, bilgeye döndü:
“Ey bilge kişi, senin yanına, sorularıma bir yanıt bulmak için geldim” dedi. “Eğer yanıt vermeyeceksen, söyle de evime döneyim.”
Bilge kişi, gözlerini uzaklara dikti. “Bak, bir adam koşarak buraya geliyor” dedi. “Bakalım kimmiş, ne istiyormuş…”
Adamın karnına bastırdığı ellerinin altından kan sızıyordu. Kralın yanına ulaşınca, kendinden geçercesine inledi; sonra da bayılıp yere düştü. Kral ve bilge kişi, hemen adamın üstündeki elbiseleri çıkardılar. Karnında büyük bir yara vardı. Kral, yarayı elinden geldiğince yıkadı; mendiliyle sardı; kanı durdurdu. Adam, bir süre sonra kendisine gelince, içecek birşey istedi. Kral, dereden taze su getirdi, verdi. Bu arada akşam olmuş, hava soğumuştu. Kral, bilge kişinin de yardımıyla, yaralı adamı kovuğa taşıyarak yatağa yatırdı. Yatağa uzanan adam, derin bir uykuya daldı. Kral, koşuşturmaktan öylesine yorulmuştu ki eşiğin dibine çöktü ve uyuyakaldı.
Sabah uyanınca, kendisine bakan yabancının kim olduğunu anımsamaya çalıştı.
Kralın uyandığını gören adam, zayıf bir sesle “Beni affedin” dedi krala. Kral, “Sizi tanımıyorum. Üstelik affedilecek bir şey yapmadınız ki” dedi. Adam;
“Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum” dedi. “Ben, kardeşimi astırdığınız ve mallarını elinden aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir düşmanınızım. Tek başınıza bilge kişiyi görmeye gittiğinizi öğrendim. Dönerken yolda sizi öldürmeye karar verdim. Ama akşam olduğu halde dönmediniz. Ben de pusuya yattığım yerden çıkıp sizi aramaya koyulduğum. Korumalarınız beni tanıdılar ve öldürmek istediler. Ellerinden kurtuldum; ama yaralandım. Siz dün akşam yaramı sarmasaydınız, kan kaybından ölürdüm. Ben sizi öldürmek istedim; fakat siz benim yaşamımı kurtardınız. Eğer yaşarsam, şimdiden sonra en sadık köleniz olarak size hizmet edeceğim ve oğullarıma da aynı şeyi yapmalarını emredeceğim.”
Kral, düşmanıyla bu denli kolay barıştığı ve onun dostluğunu kazandığı için çok mutlu oldu. Onu yalnızca affetmekle kalmadı; uşaklarını ve kendi doktorunu gönderip onun tedavisini yaptıracağını da söyledi. Ayrıca, el koyulan tüm mallarının geri verileceğini de bildirdi.
Yaralı adamla vedalaşan kral, kapının önüne çıktı ve orada yine çiçek tarhı kazan bilgeden, sorularına yanıt vermesini bir kez daha istedi.
“Siz, beklediğiniz yanıtınızı çoktan aldınız” dedi bilge ve şöyle sürdürdü sözlerini:
“Dün eğer benim güçsüzlüğüme acıyıp şu tarhları kazmasaydınız, buradan ayrılacaktınız ve geri dönerken şu adamın saldırısına uğrayacaktınız. Yani dün sizin için en önemli an, tarhları kazdığınız andı. Sizin için en önemli kişi bendim ve sizin için en önemli iş, bana iyilik yapmaktı. Daha sonra yaralı adam koşarak geldi yanımıza. Sizin için en önemli an, onunla ilgilendiğiniz andı. Çünkü eğer onun yaralarını sarmasaydınız, o adam sizinle barışmadan ölecekti. Dolayısıyla o zaman sizin için en önemli kişi oydu. Ve yine o zaman en önemli işiniz de onun için yaptıklarınızdı.”
Bilge, sonra krala bir de öğüt verdi:
“Sizin için en önemli anın, içinde bulunduğunuz an olduğunu hiçbir zaman unutmayın. Çünkü, yalnızca o an, elimizden bir şey gelebilir. Sizin için en önemli kişi ise o an birlikte olduğunuz kişidir. Çünkü hiç kimse, bir başka kişiyle bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez. Ve sizin için en önemli iş, iyilik yapmaktır. Çünkü, kişinin bu dünyaya gelmesinin tek nedeni budur.”
Bunun üzerine söylenecek söz kaldı mı ki ?