Gün güne daha bir ihtiyaç duyduğumuz bir kavram aslında. Bilgiye, bilgeliğe, paylaşmaya ve saygıya dair bir çağrışım yapıyor bende. Tam da bugüne yakışıyor hani.
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar vardır; her şeyi bilenler… Bunlardan değil midir çektiklerimiz ?
Bilgiyle-bilgeyle yaşanan paylaşımları düşünün bir de. Her kelimesinde irfan her cümlesinde kıssadan hisse… Bir an olsun sözünden sohbetinden yararlanmak için can atacağımız üstatlar. İster bir dost meclisinde ister bir rakı sofrasında…Adabı, usulüyle bir şey yapabilmenin ince ince ip uçlarını gösteren; zorlamadan, sıkmadan, kızmadan, bıkmadan-bıktırmadan paylaşılan deneyimler.
Almak isteyene çok şey anlatır. Bilgiye aç olmaktır bize düşen. Şayet açlık duyarsanız keyif katmerlenir. Farkında olabilirsek tabi ! Neye aç olduğumuzun, kimle nasıl bu açlığı giderebileceğimizin farkındalığı yani. Belki hiç farkında olmadıklarımızdır en yakınımızdakiler. Bir el uzatımı mesafede. Hiç ummadığımız insanlardır bize çözüm getirecekler. Biz farkında olmadığımızdandır ümitsizliklerimiz, karamsarlıklarımız. Çözüm üretemediğimiz bir noktada yalnızlığımız daha da beter eder bizleri. İşte tam da o zamanlarda vardır o insanlar. Farkında olmayan, aklını gözünü kendi derdine diken bizlerin umursamazlığıdır çözümsüzlük.
Yani dostlar; farkında olmak aslında değer bilmektir. Anlamlandırmaktır. Önemsemektir. Bilmektir. Hakkını verebilmektir. Bunları bilebildiğimiz zaman başlar ermişlik. Nereye varacağını bilmeyen hiçbir nesne bir yere ulaşamaz. Çünkü bilmez vardığı yer varmak istediği yer midir ?
Bizim erenlerimiz hep bir hedefe ulaşmayı erek edinmiş zatlardır. Hatta bu uğurda nice acılar, nice çileler çekmiş; nice dünya nimetinden el çekebilmiş muhterem kişilerdir.
Çünkü “ballar balını bulunca kovanım yağma olsun” diyebilecek kadar kendileri ile barışıktırlar.
Çünkü “bilmeyenler ne bilsin bizi ? Bilenlere selam olsun” diyebilecek kadar kendilerinden emindirler, saygılıdırlar.
Çünkü “ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, ya nice okumaktır” diyecek kadar bilgedirler.
Onların yüce gönüllüğü sevmekten, inanmaktan kaynaklıdır. Bilgiye saygı duyan, saygı duyulacağı seven, sevdiğinin ardından yürüyen ve asla vazgeçmeyendir, erenler.
Bunca kavramı yazdıktan sonra finali şöyle yapmak geldi içimden;
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:
-Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?
-Bakın göstereyim… demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönlüne indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş;
– Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz… diye bir de şart koymuş.
– Peki… demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine ‘ Şimdi…’ demiş ermiş.
-Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. ‘Buyurun’ deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş. ‘İşte’ demiş ermiş.
– Her kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.
Şunu da unutmayalım;
Hayat pazarında Alan değil, Veren kazançlıdır her zaman …