Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
Cenneti de gördüm cehennemi de.
Öyle bir aşk yaşadım ki,
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazılar seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime,
Sonra dedim ki ‘söz ver kendine’
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki,
Son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymiş ki zaman,
Hep acele etmem bundan, anladım…
Söylenmesi gerekenlerin tümünü, bu denli estetik bir şiirsellikte ancak Can Yücel anlatabilirdi zaten.
Yaşanmışlıkların ve halen yaşanmakta olanların değerini bilemediğimiz bir zamanda yaşıyoruz. Bilememek midir? Yoksa unutturulması mıdır asıl mesele? Her ne olursa olsun; bilmiyoruz işte.
Tutkularımızdan uzak, saygısızlıkların ve özlemlerimizin arttığı bir devirdeyiz. Her şey mübah her şey sıradan. Her şey kadar önemli, hiç bir şey kadar değersiziz. Bilgiye tok, paraya açız. Doyumsuz, vefasız ve haddinden fazla da hırslıyız. Gerginiz, yorgunuz, umutsuzuz.
Gerilmiş yay misali ses çıkartmaya hazırız da işimize geldiğince elbette.
Kanıksadıklarımız aslında hiç de sıradan şeyler değil, farkında değiliz.
Kapılmış gitmekteyiz, bahtımızın rüzgarına…
Oysa her gün onlarca eve ateş düşerken sadece yüzümüzde hafif bir hüzünle bakıp geçebiliyoruz. Türk Bayrağına sarılı tabutlarına sarılıp ağlarken analar, yüreklerindeki ateşi nasıl da bu kadar kolay dinleyip geçebiliyoruz?
Her Türk’ün asker doğduğunun bilinciyle büyümüşken, askerlerimizin devrilip düşmelerine kayıtsız kalabilmek hangi izana sığar ki!
Ya da bir maç sonucundan daha mı az önemli yaşanan hukuk skandalları? Ekonomi de zam olmadan konuşmadığımız bir başka satır başı. Artan cari açığın ne anlama geldiğini kaçımız biliyor ki?
Töre cinayetlerine duyduğumuz aşinalıktan mıdır hızlıca okuyup geçmelerimiz?
Sadece ticari kaygıyla raf ömrü dolan ürünlerin etiketlerini değiştirip de satan esnafa “vay vicdansız” demekten öte ne yapıyoruz ki!
En çok ihtiyaç duyduğumuz halde eğitim de ne durumda olduğumuzu bilen var mı? Yarınlarımızın umudu yavrularımız nelerle büyüyor farkında mıyız? Ben 10-Bakugan-Narnia-PSP kültürü bizi nereye götürmektedir anlayan var mı?
Üzerimize giydiğimiz t-shirtlerde ne yazdığını bilebiliyor muyuz? Ve hangimiz neden Türkçe yazılar yazılmadığını hiç merak ettik mi?
Biz nereye gidiyoruz Allah aşkına dostlar? Biz bu hale nasıl geldik? Belki daha da önemlisi nasıl bu kadar çabuk alışıverdik tüm bunlara? Lahmacunun, hamburger karşısında daha ne kadar direneceğini biliyor muyuz? Öyleyse neye, ne zaman ve ne kadar sahip çıkacağız?
Daha kaç şehit vermemiz gerek anlamak için? Kaç kişinin suçunu bilemeden hapislerde çürümesi? Kaç ailenin dağılması, kaç çocuğun anasız-babasız büyümesi gerekiyor?
Kaç yetimin hakkının gasp edilmesini bekliyoruz?
Ne zaman bizler bunlardan duyduğumuz rahatsızlıkla yeter diyerek bir yerden başlayacağız? Kendimizden başlayarak arınma çabasına yol verecek ve peşinden koşacağız? Bahanelerden, bana nelerden kurtulmak istiyorsak daha ne bekliyoruz? Yaşanan tüm olumsuzluklardan uzak kalabilmek ve bir daha yaşanmaması için söylenmeyi bırakıp bir şeyler yapma zamanı gelmedi mi?
Vicdanlarımıza sarılıp, başkasının acısını gerçekten yüreğimizde hissedebilmekle başlamaya ne dersiniz? Ürettiğimiz ürünlerde kullandığımız kalitesiz malzemenin memlekete ihanet olduğunu fark etmekle başlamaya ne dersiniz? Rekabeti başkası ile değil önce kendimizle yapmaya? Yaşamımızda nelerin gerçekten önemli ve değerli olduğunu fark etmeye ne dersiniz?
Korkusuz yaşayacağımız, düşsek bile birilerinin elimizden tutacağı umuduyla cehennem değil cennet gibi bir hayata, denizler kadar dalgaları da sevip, sevmek için sevilmeyi beklemeyeceğimiz bir hayata merhaba diyebilmek için her şey bizim elimizde.
Vaktin çok geç olmadığının bilincinde olarak ve henüz zamanımız varken değerini bilmeye ne dersiniz? Haydi o zaman… Geç olmadan…