Merhaba,
Yeni bir yıla merhaba dedik. Herkes kendince 2013’ü karşıladı. Kimileri sokaklarda gezmeyi, kimileri eğlence mekanlarında eğlenmeyi tercih ederken, kimileri de evlerinin sıcağında televizyonlarının karşısında bulunmayı seçti. İnşallah herkes yeni yılı keyifle karşılamıştır ve bu keyif, mutluluk tüm yıl boyunca devam eder.
Klasik bir laf vardır. ”Ev alma komşu al”! Ya da, ”Nerede kaldı o eski komşuluk ilişkileri”. Yalan mı? Sahi, nerede kaldılar?
Büyüdüğüm apartmanda yaklaşık 20 daire vardı. Hatırlıyorum da tanımadığımız, bilmediğimiz, selamlaşmadığımız hiç kimse yoktu. Tüm komşular, sürekli birbiri ile güzel ve sıcak bir iletişim halindeydi. Mine Teyze’miz, Haluk Ağabeyimiz, Elif Abla’mız(ki benim kız kardeşim adını o Elif Abla’dan almıştır), nasıl da büyük bir aile gibiydi herkes. Yemekler yapılırdı, ikram edilirdi ve o tabaklar / çanaklar asla boş geri dönmezdi. Bu şekilde herkes hünerlerini gösterir, tüm apartmanda kim hangi yemeği güzel yapıyor, herkes bilirdi.
Şimdiki İstanbul’un, pencereleri bile doğru dürüst açılamayan, balkonsuz, ruhsuz, 30 katlı, 40 katlı, 50 katlı ”Residence”leri gibi değildi. Yanlış anlaşılmasın, bu evlerdeki inşaat kalitelerine, kullanılan tekniklere, güvenlik sistemlerine lafımız yok. Hepsi temelde konfor ve güvenliğimiz için. Ama insanı büyük bir yalnızlığa ittiği de gerçek. Biz bunun farkında değiliz. Bolca sosyal alan ve sosyal yaşam vaatleri ile satılan bu sitelerde, bu evlerde aslında gerçek sosyallik o kadar uzak ki…
Kale kapısı misali üst düzey güvenlik noktalarından geçerek arabanızı kapalı otoparkınıza park ediyorsunuz. Sonra kameralar eşliğinde en son model asansörünüze doğru ilerliyorsunuz. Saniyeler içerisinde dairenize çıkıyor, kapıyı kapatıyor ve ertesi iş gününe kadar açmıyorsunuz. Bu işin ”ev” kısmı.
Bir de ”komşu” kısmı var. Apartmanda gördüğünüz sözde komşunuz yüzünüze bakmıyor. Sizi tanımıyor ve tanımak istemiyor, böyle bir niyeti ve yaklaşımı yok. Ben arkamdan gelen insana, komşuma kapı tutmayı, selam verip hatır sormayı küçükken öğrendim ve bunun için de kendimi son derece şanslı hissediyorum. Bu zamanda, üzgünüm ama bırakın arkanızdan, karşınızdan gelen komşunuza kapıyı tutarak gülümsemeyi, selam vermeyi… Bu iş öyle bir hal aldı ki; karşıdaki insan için siz yoksunuz. Sadece evine girip çıkarken gördüğü nesnelersiniz. Duvardaki bir tablodan veya kapıdan farklı değilsiniz. Vay halimize…
Evet, içinde bulunduğumuz zamanın şartları da bu sistemleri, bu tip bir düzeni zorunluluk haline getirebiliyor, bunu anlayabiliyorum. Herkesin kendi iş yoğunluğu, mutsuzluğu, sürekli bir yerlere veya bir şeylere yetişme çabası da var. Ama bu kadarı da çok abartılı değil mi?